fbpx

Covid-19 Pandemisinde Eskrim

Covid-19 Pandemisinde Eskrim?

Covid-19 Pandemisi hayatımızın her alanını etkilediği tartışmasız bir gerçektir. Pandeminin, çocuklarımızın  gerek eğitimsel gerekse sosyal, sanatsal ve sportif faaliyetlerinde de olumsuz etkileri devam etmektedir. Sanırım bir süre daha özellikle etkili bir ilaç veya aşı bulunan kadar bu etkinin devam edeceği düşünülmektedir. Yine de bu süreçte; en temel ihtiyaçlarımızın giderilmesi için uygun koşullar yaratmak hemen hemen hepimizin kafa yorduğu ve üzerinde titizlikle durduğu bir durumdur. Yönetim Kurulu Üyemiz aynı zamanda da uzmanlık alanı Mikrobiyoloji olan Dr Salim Karavelioğlu‘na bu konularla ilgili sorularımızı yönelttik.

Soru: Doğrudan sormak istiyorum, kulüp olarak salon antrenmanlarına başladınız. Doğru bir karar mı?

Bu sorunun cevabına “kime ve neye göre?” diyerek başlamak isterim. Yönetim Kurulumuzda, benden başka bir hekim arkadaşımız, Beyin Cerrahi Uzmanı Dr. Bekir Kılınç da yer almaktadır. Kendi aramızda çok tartıştık, diğer arkadaşlarımız tabi ki öncelikle bizim görüşlerimize önem ve öncelik verdiler. Son aşamada; haziran ayının son haftasında salon çalışmalarımıza başlama kararı aldık. Yönetim olarak kararlarımızı hemen hemen oy birliği ile almaya gayret ediyoruz. Bu nedenle birbirimizi ikna süreçleri kimi zaman oldukça zorlu geçti. Doğru bir karar aldığımıza inanıyorum.

Soru: Peki, son zamanlarda vakaların yeniden arttığını ve bir çok yerde özellikle İstanbul’da ciddi yoğunluk olduğunu görüyoruz. Kararınız için hala “doğru” diyebilir misiniz?  

Öncelikle şunu belirtmek isterim: “Yöneticinin asıl işi karar almak ve aldığı kararın sorumluluğunu üstlenmektir.” Ancak burada bizleri salt bir yönetici olmaktan ayıran en önemli fark aynı zamanda kulübümüzde aktif olarak spor yapan çocuklarımızın da olmasıdır. Bu kararı alırken hem bir yönetici hem de birer ebeveyn sorumluluğunda hareket ettik. Doğru yolda olduğumuzu ifade edebilirim. Çünkü bunun için geçerli idari ve bilimsel gerekçelerimiz var.

Soru: Nedir bu gerekçeler?

Covid-19 tedbirleri için idari olarak resmi duyuru ve tebliğleri takip ediyoruz. Sokağa çıkma kısıtlamalarının kaldırılması ve salonların belirlenmiş kurallara uyulma şartıyla açılması en önemli idari yönlendirmelerdir. Yönetim olarak bu duruma kayıtsız kalmamız mümkün olamazdı.

Soru: İdari kararlara yani bu izinlere katılıyor musunuz?

Bakın bir şeyin altını çizelim: Sanırım şu anda hayatının her hangi bir döneminde böyle bir pandemi tecrübesi olan ve şu anda yaşayan hiç kimse yoktur. Bunu 1918’de cereyan eden ve tahmini 50-100 milyon insanın ölümüne neden olan İspanyol Gribi Pandemisini esas alarak söylüyorum. 2008’deki domuz gribini ayrı tutuyorum. Çünkü H1N1 olarak adlandırılan domuz gribi pandemisinde hem etkili bir ilaç hem de etkili bir aşı zaten mevcuttu. Ayrıca, son derece yaygın ve hızlı sonuç veren tanı testleri de kullanıldı. Ama normal mevsimsel influenza gribinden farklı olarak hayatını kaybedenlerin %80’i 65 yaş altı hastalardı.

Covid-19 enfeksiyonunda ise ne etkili bir ilaç ne de aşı henüz ortaya çıkarılabildi. Tanı testleri de aylar sonra kullanılmaya başlandı ve hala kuşkulu sonuçlar nedeniyle sorgulanmaktalar.

Demek istediğim; oluşturulan tüm idari ve bilimsel organizasyonlar süreçle nasıl baş edebilecekleri hususuna kafa yoruyorlar. Tüm bu şartlar altında idarecilerin de kararlar alması ve toplumu yönlendirmesi gerekiyor. Biraz evvel dediğim gibi “sorumluluğunu aldığı sürece yöneticinin asıl işi karar almak ve uygulamaktır.” Bu nedenle; alınan kararlara katılıp katılmamaya takılmak yerine oluşan şartlara göre kendi öz kararlarımızı alabilme basiretini göstermeliyiz.

Soru: Covid 19’dan çok korkmakta haksız mıyız?

Bir Yunan Atasözü “Korku, mantıktan daha kuvvetlidir,” der. Mantığımızı ve aklımızı doğru kullanma yetimizi kaybettirecek bir korku tam anlamıyla hayatlarımızı felç edebilir. Pandeminin ilk günlerinde, basına verdiğim bir kaç demeçte “en önemli korunma yönteminin maske takmak” olduğunu belirtmiştim tıpkı benim gibi işin asıl uzmanı mikrobiyologlar ve enfeksiyoncuların dediği gibi. Gelin görün ki Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) dahil bizim bilim kurullarımız “gerek yok” demişlerdi. Geldiğimiz noktada ise slogan “maske ve mesafe” oldu.

Eğer ki siz korkuyla ve panikle hareket eder ve ilgili ilgisiz herkese konuyu tartıştırmaya başlarsanız sonuçta sizi bekleyen bir kaostur. Çünkü bu kişiler farkında olmadan komplo teorileri üreterek mevcut bilenmezliğin üzerini bir gizem sisiyle de örtmeye başlarlar. Bilgi eksikliği, komplo teorisinin temelini oluşturur. Bilgisiz fikirliler yüzünden toplumda kastını aşan bir korku durumunun oluştuğu açıktır.

Soru: Biraz daha açar mısınız?

Açalım… Pandeminin ilk günleri sonrasında medyada, maalesef bunlara ilgisiz branş hekimleri de dahil değişik uzmanlık alanlarından kişiler boy göstermeye başladılar. Bir çok ayrıntıyla gereksiz yere insanların beyinlerini işgal ettiler. Buna “acaba laboratuvar virüsü mu?” komplo teorisini katmıyorum bile. Sonuçta, korku mantığın önüne geçti ve kitleler felç edildi. Sonraki aşamada ise her enfeksiyonda gelişebilecek kimi yan etkiler yada komplikasyonlar abartılı şekilde servis edilmeye başlandı. Yaygın alerjik bulgular görüldüğünde -ki görülebilir, günlerce dermatoloji uzmanlarını izledik. Pıhtı oluşması görüldüğünde -ki görülmesi oldukça mantıklı, kalp damar cerrahları sıraya girdi. En son bazı ürolojik bulgular saptandığında -ki neden görülmesin (?), ürologlar endam eyledi ekranlarda ve ben takibi bıraktım. Çünkü artık tam bir çılgınlık dönemine girmiştik.

Tekrar ediyorum; maalesef bilim adamlarımız bu çılgınlığı körüklemekten geri durmadılar ve sonuçta “bilimsel goygoyculuk” diye adlandırdığım durum ortaya çıktı. En sonunda da idare duruma el koydu: “Maske ve mesafe!” diyerek. Gerçi kişisel olarak bu süreçte çok uzun yıllardır görmediğim üniversite arkadaşlarımı ekranlarda da olsa görme fırsatım oldu.

Soru: Bilimsel goygoyculuk derken tam olarak neyi kastettiniz?

Ortada bir virüs var. Bilinmedik bir virüs değil. Ama insanlarda bu tipi ilk kez enfeksiyon yapıyor. Damlacık yoluyla bulaşıyor ve belki tam netleşmemişse de hava yoluyla geçiyor. Yani virüsün hasta kişiden havaya saçılması, havada bir damlacık oluşturması ve bu damlacığın hasta olmayan kişilerce özellikle burun yoluyla alınması gerekiyor. İşte tam burada “bilimsel goygoy (!)” başlıyor.

Center of Diseaes Control tarafından Haziran ayında yayınlanan verilere göre kişinin yaklaşık 1.000 virüs parçası alması ile enfeksiyon başlama ihtimali oluşuyor. Hasta bir kişinin, sadece soluk alıp vermesi ile dakikada 20 ve yüksek sesle konuşması ile dakikada 200 partikül saçtığı belirlenmiş. Öksürdüğünde ise bu sayı 200 milyonu buluyor. Demek ki Covid-19 hastalarında “en tehlikeli semptom öksürük.” Ortamda bulunan, ortam derken yüzeylerde değil, havada asılı kalıp damlacık oluşturan virüs sayısı ile temas süreniz bu enfeksiyonu kapma ihtimalinizi belirliyor.

Bu durumda, hasta bir kişiyle aynı ortamda maskesiz ama mesafeyi koruyarak 45 dakikadan az süre bulunmanız oldukça düşük bir risk içerir. Maskeniz ile yüz yüze 4 dakikadan az bir süre temasınız yine çok düşük bir risk teşkil eder. Hasta kişini açık alanda yanınızdan geçmesi neredeyse hiç bir risk oluşturmaz. Aslında açık alanda mesafeyi koruduğunuz sürece maske kullanmanın da anlamı bulunmamaktadır. Ama görüyoruz ki özel araçlarında tek başına seyredenlerde dahi maske kullanım durumu idari olarak kafa karışıklığına neden oluyor.

Soru: Peki ya salonlar? Sporcularımızın antrenman alanları?

Geldik en önemli kısma sanırım. Burada bazı bilimsel verileri yine göz önünde bulundurarak devam etmem yerinde olacaktır. Bunlardan ilki; Covid-19 için özellikle risk teşkil ettiği yaş grupları… Herkesin yanlış bildiğinin aksine çocuklar enfeksiyonun birinci derecede yayan grup değildir. Çünkü hastalık geçiren çocukların hemen çoğu asemptomatik yani her hangi bir bulgu veya belirti göstermezler. Bir çoğunda hafif bir boğaz ağrısı ve kırgınlık ile enfeksiyon son bulur. Bu süreçte de biraz önce bahsetmiş olduğum virüs partikülünü etrafa saçma riskleri de oldukça düşüktür.

Tam bu aşamada belirtmek isterim ki maalesef yine meslektaşlarımızın da yanlış tarif etmesi sonucu “virüs taşıyıcısı” diye bir kavramın kafaları karıştırması sorunu çıkmıştır. Bu virüsün taşıyıcılığı yoktur. Kişi ya hastadır ya da iyileşmiştir. Burada anlatılmak istenen şey hastanın asemptomatik yani her hangi bir belirti (özellikle öksürük) göstermiyor olmasıdır. Bu durumda da enfeksiyonu yayma ihtimali oldukça düşüktür. Tabi ki bu kişi hastalığı ayakta geçiriyor ve özellikle öksürmek suretiyle etrafa virüs partikülü saçıyor ise bu durum yüksek bulaşma riskini doğuracaktır.

Enfeksiyonu kapan çocuklar irdelendiğinde mutlaka aile bireylerinden birinden kapmış olduğu da görülmektedir. Yani çocuklar öncelikli bulaştıran değildir. İddialı bir sözden öte bilimsel bir tespittir söylediğim. İngiltere’den ve İsviçre’den yayınlanmış bilimsel makalelerde, enfeksiyonu almış çocukların ve ergenlerin ürettikleri virüs yükünün çok düşük oldukları ve bulundukları ortamdaki diğer yaşıtlarına neredeyse bulaştırma ihtimallerinin yok denecek kadar az olduğu bildirilmiştir. Bu oldukça önemli ve değerli bir tespittir. Bu nedenle bir çok ülkede okul çağı çocukları için okullar açılmış ve enfeksiyonun yayılma hızında bırakın her hangi artış gözlenmesine tam tersine azalma olduğu saptanmıştır.

İkincisi; çocuklar hastalığı çok hafif olarak geçiriyorlar. Tabi ki altta Tip 1 diyabet, alerjik astım, bağışık sistemi bozukluğu gibi kronik hastalığı olanları ayırmak lazım. Bu çocuklarda hayatı tehdit edebilecek sonuçlar doğurduğu yayınlanan olgu sunumlarında görülmektedir.

Tabi ki “Bilim, kesin olmayan doğrudur.” tanımını da es geçmemek gerekiyor. ancak mevcut bilimsel verilere göre mantığımızı kullanarak ve korkumuzu kontrol altında tutarak yola devam etmemiz gerekiyor.

Soru: Antrenman salonları güvenli midir bu durumda?

Hiç bir şeyin garantisi verilemez. Bilimsel verileri kullanarak alabileceğimiz önlemleri özenle yerine getirmeliyiz. Salonumuza girişte düzenli ateş ölçümü yapıyoruz. Çünkü ateş aslında enfeksiyonun daha sistemik bir yayılma gösterdiği bulgularından biridir. Bu hastaların virüsü saçma riski de aynı ölçüde yükselmektedir. Temizlik ve hijyen kurallarını da belirtilen şekilde uyguluyoruz. Salon içerisinde bazen daha düşük yaş gruplarında güçlük çeksek de mesafe kuralına dikkat ediyoruz. Ama en önemli görev ve sorumluluk velilerimize düşüyor. Onlara, en ufak bir enfeksiyon bulgusu, Covid-19 ile ilgili olması şart değil, olan çocuklarınızı salona getirmemelerini söylüyoruz. En kritik ve değerli tedbirin bu olduğunu düşünüyor ve anlatıyoruz.

Belki biraz daha tedbirleri artırabiliriz. Salon içine aldıktan sonra sporcularımız maskelerini çıkarıyor. Artık içeride de maske takma ve antrenman sırasında da maske kullanma şartı getirip getirmemeyi tabi ki bilimsel verilerle birlikte değerlendireceğiz. Maske ile çocuklarımızı virüsten korumaya çalışırken diğer taraftan karbondioksit zehirlenmesinin sonuçlarıyla karşı karşıya kalabiliriz.

Çok teşekkür ederiz verdiğiniz bilgiler için. İnanıyorum ki Covid-19 Pandemisini de atlatıp her şeyin daha iyiye doğru gideceğini göreceğiz.

 

Röportaj ve Düzenleme: Nihan Karcı Karavelioğlu, KİSK Başkanı

Share on facebook
Facebook
Share on linkedin
LinkedIn
Share on twitter
Twitter